Avustralya Alevi Kültür Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özer; ”Alevi toplumu, iki yıl süren hükümetin çalıştaylarından bir şeyler bekliyordu. Ama bizleri memnun edecek hiç bir şey çıkmadı.Tayyip Erdoğan’ın ve AKP Hükümeti’nin oyalama taktiği yaptığını biliyoruz. Çünkü çalıştaylardan sonra bir sürü özgürlük paketleri açıldı ama bize yansıyan tek bir şey yok. İnciniyoruz ama incitmiyoruz. Yalınız, bu böyle devam etmez.” dedi.
Enes Cansever-Zafer Polat-Röportaj:
İçinde bulunduğumuz Muharrem, Hicri yılın ilk ayı olmaya layık görülen mübarek bir aydır. Ayrıca tarih boyunca Peygamberlerle ilgili birçok kurtuluş mucizelerinin yaşanmasına da sebep oluşundan dolayı muharrem ayı, ‘kutsal ay’ olarak inancımızda yer alıyor. Muharrem ayının onuncu günü, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehadetine denk geldiğinden, Alevi toplumu bu ayın bazı günlerini oruç tutarak geçirirler. Bu orucun adı ‘yas orucu’dur. 12. günden sonra İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin, sağ kurtulduğu için aşure kaynatılır ve kurbanlar kesilir. Avustralya Alevi toplumu, Sydney başta olmak üzere Avustralya genelinde aynı zamanda sosyal ve kültürel alanda da güzel çalışmalar yapıyor. İşte böyle önemli bir iklim vesilesiyle, Avustralya Alevi Kültür Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özer, bizi merkez binasında ağırlayarak, sorularımızı cevaplandırdı. İşte Özer’in sorularımıza verdiği cevaplar:
Muharrem ayının içindeyiz. Bu mevsimin bilhassa Alevi toplumu açısından yeri ve önemi hakkında bilgi veririmsiniz?
Muharrem ayının ilk günlerini yaşıyoruz. Birçok ikram ve ihsanda bulunulduğu bu önemli zaman diliminde, sessiz sedasız gürültüsüz şekilde, inancımızı Avustralya’da da yaşatıyoruz. ‘Aşure’ gibi önemli bir günü içinde barındıran matem ayı muharrem, bizim için çok önemli. Hz. Hüseyin ve beraberindeki aile efradı olmak üzere, 72 kişi Kerbela’da şehit edildi. ‘Kerbela’ o günden sonra İslam âleminde kanayan bir yaranın adı oldu. Hazreti Hüseyin ve Ehl-i Beyt, bir hüzün yaşadılar. Hz. Hüseyin’in başına gelenler elbette hepimizin yüreğini kanatmalı. Bu evren döndükçe Kerbela unutulmayacaktır. Zira İmam Hüseyin zalim Yezid’e boyun eğmemiştir. Zulüm karşısında sessiz kalmamıştır.
Bu mevsimde genel olarak ne gibi programlar yapılır, hangi gelenekler icra edilir?
Alevi toplumunun kendi inançları ve gelenekleri var. Yılda bir defa, Abdal Musa Birlik Cemi yapıyoruz. Bu bizim için çok önemli. Çünkü Abdal Musa Birlik Cemi, diğer birlik cemleri için hazırlık aşamasını oluşturuyor. Genelde 18-20 yaşlarındaki gençler, birbiriyle musahip oluyorlar. Zira yaşlıların büyük çoğunluğunun musahiplik yaptığı arkadaşı zaten var. Musahiplik yapan gençlerin eşleri, ‘evet biz bacı olmayı kabul ediyoruz’ demeleri gerekiyor. Ardından da eşleri bunu kabul etmiş oluyorlar. Sonra da dördü, ‘Dede’nin karşısına çıkarak, “Dede biz kardeş musahip olmayı kabul ediyoruz ve önümüzdeki yıl yapılacak ceme hazır olacağız ”diye beyanda bulunurlar. Dede’den ve toplumdan da razılık aldıktan sonra, bu iki aile kardeş olmuş oluyorlar.
ALVARLI EFE: BUGÜN MAH-I MUHARREM’DİR, MUHİBB-İ HANEDAN AĞLAR / BUGÜN EYYAM-I MATEMDİR, BUGÜN AB-I REVAN AĞLAR
Musahiplik Alevi toplumunun geleneğinde çok önemli değil mi?
Evet, musahiplik Ailevi inancında, kan kardeşliğinden daha öte bir şey. Ayrıca musahiplik öyle kolay bir durum da değil. Musahip olan biri, en ufak bir nahoş olaya karışmamış olmalı, etrafta en ufak bir dedikodu veya şikâyet olmamalı. Yunus Emre der ki; Cem erenlerindir, Hakkı görenlerindir, Ceme eğriler girmez, Doğru gelenlerindir. Kan kardeşlerinin zaman zaman çıkarları çakışınca birbirlerini kırıp, küsebiliyorlar. Ama musahiplikte mümkün mertebe birbirini küstürmeyecek şekilde hayatını sürdürüyorlar. Musahiplik yapılırken genelde biraz birbirini tamamlayan insanlardan oluşuyor. Mesela birinin maddi durumu iyi diğerinin ise zayıf olmalı. Yani sosyal hayatta, birbirine destekte bulanacak, sosyal hayatta birbiriyle katkısı olanlardan oluşuyor. Onun için musahiplik çok önemli. Musahipler bu aşamayı geçtikten sonra, bu defa ‘Görgü Cemi’ ve sonra da Kurban Cemi yapılır. Genellikle cemlerimiz kış sezonunda yapılır. Bunun nedeni Aleviler, diğer mevsimlerde yoğun çalıştıkları için, kışın daha rahat bir ortam ve ortak katılım oluyor.
Sydney’de ne zaman kurumsallaştınız?
Derneğimiz, resmen 1991 yılında kuruldu. Yıllık çalışma takvimimizde, inanç ağırlıklı programların yanı sıra, toplumumuzun da ihtiyaçlarına yönelik bir takım sosyal programlar yapıyoruz. Bilgisayar, dikiş ve el örgü kursu, dil ve ortaokul, lise düzeyinde ek ders verme gibi etkinliklerimiz oluyor. Ayrıca, toplumumuzun laiklik hassasiyetinden dolayı, 1995 yılından bu yana her yıl Cumhuriyet’i farklı temalar çerçevesinde kutluyoruz. Bu yıl ki tema, ‘ilelebet Cumhuriyet’ti. Pazar günü, aşure programımız oldu. Aşure çorbası ve lokmayı toplumumun üyelerine ve canlara dağıttık.
Aleviler, ilk olarak hangi yıllarda Avustralya’ya geldiler?
İlk alevi kafilesi, 1968-69’larda Sydney’e yerleşti. Kafilede, Sünni kardeşlerimizle beraber geldiler ve Sünni arkadaşlarla aynı evleri paylaşmışlar. Aynı uçakla gelerek Wollongong’da kalmışlar. Alevi, Sünni, Kürt, Türk hep beraber yaşamışlar. Alevi ve Sünni birbirini bilmelerine rağmen kimse kimseyi incitmemiş.
‘Aleviler, Sünnilerle değil, hep devletten baskı gördü’ yönündeki görüşlere katılıyor musunuz?
Evet dediğiniz doğru. Vatandaşlar arasında böyle bir sıkıntı yok. Mesela Türkiye’de 2000’in üzerinde Cem evi yapıldıysa, Sünni dostlarımızın, arkadaşlarımızın da büyük katkısı var. Yani kamuoyu ve insanlarımız engel değil. Yeter ki devlet aygıtı ve siyasetçiler engel olmasın. Alevilerde, 12 hizmet cemi (kapıcı hizmeti) olayı de bu baskıdan dolayı bir gelenek oldu. Kapıda biri bekletilir, ondan sonra ibadete devam edilirdi. Hep ‘devletin baskısına uğrarız endişesi’ vardı. Bu korku ve endişe, eski dönemde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de devam etti. Mesela yıllarca komşu ve arkadaş olanlar bile birbirine Alevi oldukların söyleyemediler. Belki dostluğumuz bozulur endişesiyle kendilerini sürekli gizli tuttular. Bunların hepsi acı olaylardır. Düşünün asker ocağında, iş ortamlarında ve günlük hayatta berabersiniz ama kendi inancınızı ve geleneğinizi arkadaşınıza rahatlıkla açamıyorsunuz. Ne kadar acı değil mi? Devletin elindeki baskı araçlarında dolayı Alevi toplumu ciddi manada etkilenmiştir. Bazıları bu korkudan dolayı, Cem evinin yerine camiye bile gitmiştir.
Ankara’da ‘Cami ve Cem evi projesi için adım atıldı. Bu projeli nasıl karşıladınız?
Camilerden huzursuz değiliz. Camilerin cem evlerinin yanında olmasından da rahatsızlık duymuyoruz. Yeter ki maddi ve manevi baskı hissedilmesin. Karşılıklı saygı duyulsun. Devletin bizde bıraktığı psikolojik travma, beraberinde gelen korku ve endişe hala devam ediyor.1980’den önce yanılmıyorsam Fatsa da cami ile Cem evi yan yanaydı. Birçok yerde de böyleydi. Kimse kimseye dayatma yapmamalı. Ayrıca birbirimizden alıp verdiğimiz çok şeyler var. Belki çok ufak tefek konularda bazı farklılıklar vardır. Şunun altını çizerek, söyleyeyim, Alevi inancının içinde ritüellerin yüzde 80’nine yakın bir kısmı İslam kaynaklıdır. Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli derki:Erler, Nebiler, Veliler ve Evliyalar Hakkın insanlara olan hediyesi ve lütfudur.
İNCİNİYORUZ AMA İNCİTMİYORUZ, YALNIZ BU BÖYLE GİTMEZ
Recep Tayip Erdoğan, demokratik açılımlar çerçevesinde ‘Alevi açılımı ve çalıştayları’ yaptı. Alevi kökenli olan Reha Çamur’u bir dönem AKP’den Milletvekili yaptı. Geldiğimiz noktadan memnun musunuz?
Alevi toplumu, hükümetin bu iki yıl süren çalıştaylarından bir şeyler bekliyordu. Ama sonuç bildirgesinde, bizleri memnun edecek hiç bir şey çıkmadı. Alevi toplumu, AKP ve Tayyip Erdoğan’ın çalıştaylarla oyalama taktiği yaptığını biliyordu. Bir de aleviler ne istediklerini bilmiyor denildi. Bu yaklaşım asla doğru değil, bizim ne istediğimizi dünya âlem biliyor. Bir tek hükümet AKP hükümeti bilmek istemiyor. Çalıştaylardan sonra bir sürü özgürlük paketleri açıldı. Bu paketlerde bize yansıyan tek şey yok. En önemlisi, Cem evleri hala yasal statüye kavuşturulamadı. Sadece bir üniversiteye, Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi ismini verdiler. Biz isim üzerinde şov yapmaya ihtiyacımız yok. Üniversiteye isim veriliyor, değer taraftan ise köprüye Yavuz’un ismi veriliyor. Kim kimi kandırıyor? Bu çok saçma bir şey oldu. Devlet inanca müdahale etmemeli. Bütün inançları özgür bırakmalı. Avustralya’da herkes özgür yaşıyor. Biz hep haklarımızı, demokratik şartlar içinde istemişiz. Kargaşaya ve kavgaya meydan vermedik, vermeyeceğiz. İnciniyoruz ama incitmiyoruz. Yalnız, bu böyle devam etmez. İnanç önderlerimiz olan ‘Dede’lerimizin, sosyal güvenceye kavuşturulması lazım. Gönüllü hizmet vermek artık zorlaşıyor. Onun için tıpkı Diyanetin bütçesi, imamlara maaş, ödenek ve yol harcırahı veriliyorsa biz de ‘Dede’lerimize aynı imkanların sağlanması lazım. Taşıma suyla değirmen dönmez. Diyanet’te çalışan veya bu kurumdan emekli olanların maaşı, Alevilerin de vergisiyle ödeniyor.
Alevi toplumu daha çok, Avusturalya’da hangi bölgelerde yerleşik bulunuyorlar?
Melbourne ve Sydney’de ağırlıklı olmak üzere hemen hemen her yere yayılmışlar. Kendi kültür merkezimizin 400 üyesi var. İnancını korumak isteyen ve bizim değerlerimize saygı gösteren herkese kapımız açıktır. Herkes barış ve huzur içerisinde yaşamak ister. Bugün Avustralya’da 100-150 bin Türkiyelinin varlığından söz ediliyor. Bunun 20 veya 30 bin kadarı Alevilerden oluşuyor diyebilirim. Aleviler çok çalışkan, devlet evinde yaşayan 20 veya 30 kişiyi bulmaz. Herkesin kendi evi var. Avustralya’da önemli iki profesörümüz, çok sayıda Avukatımız var.
İç ve dış göç Alevi toplumunu nasıl etkiledi?
1960’lı yıllarda Tunceli, Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat, Malatya, Sivas ve Erzincan gibi şehirlerimizde Alevilerin bu şehirdeki nüfusları, neredeyse yüzde 65’in üzerindeydi. Cumhuriyet öncesi ve ağırlıklı olarak Cumhuriyet kurulduktan sonra İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerimizde iç göç yaşanırken, dışarıya ise Avustralya ve Avrupa’ya önemli oranda göç yaşandı. Boşalan köylerden dolayı, söz konusu şehirlerde, nüfus yüzde 25 kadar geriledi.
Göçle birlikte, ne gibi somut olumsuzluklar yaşandı?
Göçle birlikte Alevi inancı ve gelenekleri zayıflamaya başladı. Çünkü gittikleri bölgelerde, inancını ve geleneklerini tam anlamıyla yerine getiremediler. Oralarda, ‘Dede’ler ve ‘Zakir’ler yoktu. Biraz korku biraz endişe vardı. Köylerinde bile özgürce ibadetini yapamayanlar, ‘devletin baskınına uğrarız’ korkusuyla, gittikleri şehirlerde kapıya nöbetçi dikmek zorunda kalıyorlardı. Her dönemde, “acaba evlerimiz basılacak mı?” korkusu ve endişesi hâkimdi.
Aslında sözünü ettiğiniz baskı, Rahmetli Turgut Özal tarafından kaldırılan Anayasanın 163, maddesiyle, Sünnilere de uygulanan baskının somut delili değil mi?
Doğru inanca baskı her dönemde yaşandı. Siyasetçiler dün olduğu gibi bugün de aynı çirkin politikayı din üzerinde yapmaya çalıştılar ve çalışmaya devam ediyorlar. 141 ve 142 ile de sol görüşlü insanlara baskı yapıldı. Din, kimlik, soy ve sop üzerine yapılan siyasetin geleceği nokta ancak bu olur.1921 ve 1961 anayasalarında eşitlik ilkesi vardı. Çoğunluk hangi hakka sahipse, azınlıklar da ona sahiptiler. Düşünün vergimizi veriyoruz, askere gidiyoruz, vatandaşlık görevimizi herkes gibi yerine getiriyoruz ama eşit haklara sahip değiliz. Külfette varız nimette yokuz. Bu ne kadar adil ve doğru olabilir ki?