Diyarbakır Barosu önemli bir rapor yayınladı: Cizre Sokağa Çıkma Yasağı Yaşanan Olaylar İnceleme Raporu. Baro Başkanı Tahir Elçi tarafından kaleme alınan rapor, 21 Eylül’de kamuoyuna açıklandı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Ben güvenlik güçlerine şu üç talimatı veriyordum; sivil halka zarar gelmeyecek… Şu ana kadar, PKK’lıların saldırıları sonucu olanların dışında, hiç sivil kayıp olmadı hamd olsun…” demiş (Hürriyet, 28.9.2015). Bu doğru değil. Sadece Cizre’de, çocuk ve kadınlar dahil, 21 sivil öldü.
Bilindiği gibi, 4-12 Eylül tarihleri arasında Şırnak’ın Cizre ilçesinde, Valilik kararıyla, 8 gün süreyle sokağa çıkma yasağı uygulandı. İlçenin dört mahallesinde hendek kazılmış ve barikatlar kurulmuştu. Ayrıca bu mahallelerde, silahlı YPG’liler (PKK’lılar) de vardı. Amaç, hendek ve barikatların kaldırılması, silahlı unsurların yakalanması olarak duyuruldu.
Yürütülen operasyonlar sonunda 15 sivil ateşli silah ve şarapnel parçalarıyla hayatını kaybederken, 6 sivil de hastaneye kaldırılamadığı için öldü. Bunlardan sekizi, 18 yaş ve altında. Aralarında 35 günlük bebek Muhammed de var.
Kaymakamlığın açıklamasına göre ölen güvenlik görevlisi yok, 25 yaralı var. Şırnak Valiliği’nin açıklamasına göre operasyonlar sonunda; 1150 kg patlayıcı ve 39 bomba düzeneği imha edildi, 45 hendek ve barikat bertaraf edildi ve terör örgütünün kaybı 40-42 civarında oldu. Ancak, açıklamada belirtilen “40-42 civarında terör örgütü kaybı” hakkında somut bilgi yok. Yani, bu kişilerin kimlikleri, cesetleri, veya nereye defnedildiği gibi bilgiler mevcut değil. Rapordan bazı detayları aktarmak istiyorum:
Heyet, 5 Eylül günü Cizre’ye yaptığı sınırlı ziyarette, şehir etrafındaki yüksek tepelerde ve şehre hâkim tüm noktalarda konumlanmış tank ve zırhlı araçların namlularını şehre çevirdiğini gözlemledi. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı günlerde tüm GSM hatları kesildi. İstisnalar ve bazı sabit hatlar dışında, Cizre ile dış dünya arasında bağlantı kurulamadı. Bir iki yer haricinde yiyecek, içecek ve ilaç tedariki yapılmadı; dükkan, market, eczane ve fırınlar dâhil tüm işyerleri kapalı kaldı. Bu süre içerisinde dışarıdan Cizre’ye herhangi bir gıda veya içecek ulaştırılamadı.
Sokağa çıkma yasağının tüm süre boyunca çok katı bir şekilde tatbik edildiği, Cizre’nin tümüne uygulandığı, ilçenin ana cadde ve kavşaklarının tümüne zırhlı araç ve tankların yerleştirildiği, sokak başlarında ise panzerlerin beklediği gözlendi. Halkın evleri ve yaşam alanları olan mahallelerde zırhlı araçlar ve ağır silahlarla askeri güvenlik operasyonu icra edildi. Top, havan, mayın ve diğer bir dizi ağır silah, halkın yaşadığı alanda kullanıldı. Mahallelerin içlerine doğru zırhlı araçlarla operasyon düzenleyerek ilerlemeye çalışan güvenlik görevlilerine karşı mayın döşendi, silahlar kullanıldı.
Raporda yer alan yukarıdaki bilgiler ve hayatını kaybeden sivillerin yakınlarının ifadesi aslında bambaşka bir Cizre gerçeğine işaret ediyor. Bunun yanı sıra edindiğim bilgilere göre, sokağa çıkma yasağı sona erdikten sonra ve şu ana kadar, otopsi ve ölüm muayene işlemleri dışında, ölüm olayları hakkında bir soruşturma işlemi yapılmadı. Olay yeri incelemesi, delil toplama veya savcılık incelemesi yapılmadı.
Dört mahallede sokaklara hendek kazılması, barikat kurulması ve silahlı örgüt unsurlarının o mahallelerde saklanması durumunda, elbette güvenlik güçlerinin operasyon yapma yetkisi ve hakkı vardır. Ancak bu operasyon, 120 bin nüfuslu bir ilçenin tamamı ablukaya alınarak sivillerin yaşam hakkı ve en temel insani ihtiyaçları yeterince gözetilmeden yapılmıştır.
Zırhlı araçlardan ve şehre hakim tepelerden, silahlı militan ve silahsız sivil halk ayrımına gereken dikkat gösterilmeden ateş açıldığı görülmektedir. Evlerinde bulunan insanlar bile ateşli silahların hedefi olmuştur. Sokağa çıkma yasağı da, aşırı ölçülerde uygulanmıştır. Yasağı ihlal eden çocuklara, kadınlara veya sivillere karşı uygulanacak yaptırım, ateşli silahların hedefi olmaları değildir. Cizre’de yaşananlar, özellikle sivillerin ölümü, iç hukukumuzda ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde öngörülen kuralların ve temel insan haklarının ihlal edildiğine işaret ediyor. Bağımsız bir soruşturma yapılması gerekiyor.
Ama işin siyasi yönleri de var. Biliyorsunuz, o dört mahalledeki sandıkları taşıma kararı alındı. Demek yapılan o ağır operasyonlar yeterli netice vermemiş. Daha da önemlisi, Cizre’de yaşananlar ne yazık ki, Kürt sorununun çözümüne değil, Türkiye’nin parçalanmasına giden yola döşenmiş yeni bir taş oldu.
Hayatını kaybeden sivillerin yakınları o günü anlatıyor
Osman Çağlı’nın (18) babası Nuri Çağlı (62, işsiz):
Olay sabah 6.30 sularında oldu. Evde sabah namazını kıldım. Yoğun silah ve patlama sesleri geliyordu. Oğlum da merak edip çıktı. Biz çıkıp bakmaya cesaret edemiyorduk, ama o demek ki gençliğin verdiği cesaretle çıkıp ne olduğuna bakmak istedi.
Kısa bir süre sonra büyük oğlum evin ikinci katından “Osman vuruldu, baba Osman’ı vurdular” diye bağırdı. Evin kapısına 40-50 metre uzakta vurulmuş yerdeydi. Yoğun ateşten dolayı bir süre yanına gidemedik. Yüksek binaların çatısından ateş ediyorlardı. Yoğun bir kurşun yağmuru altındaydık. Etrafındakilere, annem ve babam ben ölmeden yetişsin, onları son defa göreyim demiş. Annesi yetişemedi ama ben yetiştim. Oğlum hem okula gidiyordu, hem de Kur’an okurdu. Pırlanta gibiydi.
Cemile Çağırga’nın (10) babası Ramazan Çağırga (44):
Kızım olayların üçüncü gününde, evimizin avlusunda vuruldu. Saat akşam 21 sularıydı. Okul ve resmi binalar gibi yerlerden ateş edildiğini düşünüyoruz. Kullanılan mermiler çok büyüktü. Mermi izleri hâlâ kapı ve duvarlarımda duruyor. Kızım vurulduğunda zaten her yerden silah ve patlama sesleri geliyordu. Kızım vurulduktan on dakika sonra hayatını kaybetti. Olay anında hemen Acil Servis’i aradık, ancak sağlık personelleri gelemedi. Bizim evin o sırada elektriği vardı. Sabit hattan iletişime geçebiliyorduk. Kimse gelmeyince kızımın cesedini derin dondurucuya koyduk çürümesin diye. Cansız bedenini iki gün boyunca derin dondurucuda muhafaza ettik. Ardından cami morguna götürdük.
Mehmet Sait Nayci’nin (16) babası Ramazan Nayci (41, inşaat işçisi):
Yasağın üçüncü günüydü. Evimizin karşısında bir panzer duruyordu. Bütün mahalle sakinleri mahallenin iç kısmına doğru kaçıyordu. Panzer bütün mahalleyi tarıyordu. İnsanlar nispeten daha güvenli olan mahallenin iç kısımlarına doğru kaçışıyordu. Herkes kaçınca biz de çıkıp kaçmaya başladık. Ben, eşim ve çocuklarım bitişikteki avluya varmak üzereydik. Bir anda oğlumdan “Aah baba” diye bir ses geldi.
Oğlumu alıp onu evin arkasındaki hayvan barınağına götürdük. Orası daha güvenliydi. Oğlum sabaha karşı saat 3’e kadar yaşadı. O saate kadar can çekişti. 3’te yaşamını yitirdi. Bir kurşun sırtından girip göbeğinden çıkmıştı. Oğlum kan kaybından öldü. Komşular bile komşularının yardımına gelemiyordu ki, hastaneye götürmemiz imkansızdı. Ben ve annesi fenalaştık, bayıldık. Üç gün boyunca oğlumun cesedi ile birlikte başka diğer iki ceset de soğuk hava deposu gibi bir yerde bekletildi.
Özgür Taşkın’ın (18) babası Sadun Taşkın (41, sebze satıcısı):
Oğlum Özgür lise 3. sınıftaydı. 9 Eylül sabah saat 4’te, dört metre uzağımızda bulunan dayısının evine su içmeye gitti. Elektrik yoktu bizde. Ama karşı evde oturan kayın biraderimin jeneratörü vardı ve elektrik sağlıyorlardı bu şekilde. Oğlum da soğuk su içeceğim diye dayısına gitmek üzere çıktı. Saat 4’te gitti, bir saat sonra, 5’te dönerken kendisine ateş edilmiş, oğlumu vurmuşlar. Oğlum büyük mermilerle vurulmuştu. Sağ kolu tamamen parçalanmış, kopmuştu. Vücudunun çeşitli yerlerinden de vurulmuştu. Eşim gelip feryat ederek, kalk Özgür’ü vurmuşlar, dedi. Hemen kalkıp koştuk yanına vardık. Anne, baba gelin sizi son kez öpeyim, hakkınızı helal edin, deyip bizi öptü. Sonra da kollarımda can verdi. Ya tank ya da panzerden oğluma ateş edilmiş. Evin duvarına gelen kurşunlar çok büyüktü. Beton kolonlar bile parçalanmış.