Buraya ikinci gelişiniz. İzlenimlerinizi alabilir miyiz?
Avustralya uzaklığı itibarı ile dünyanın bir ucunda kalmış gibi gözükse de, artık global dünyada bunun da çok etkisi yok gibi. Avustralya, gerçekten güzel demokrasisi olan, çok kültürlü, çoğulcu, insanların kendilerini eşit vatandaş olarak gördükleri bir ülke. Tabii ‘göçmenler ülkesi’ olduğu için buradaki hâkim unsur bile, kendilerini göçmen olarak görebiliyor. Dolayısı ile burada, çok hoşgörülü bir kültür ve yaşam tarzı olduğunu görüyorsunuz.
Avustralya’yı diğer gelişmiş demokratik ülkelerden ayıran en önemli özellik ve en dikkat çekici noktası sizce nedir?
En önemli özelliği, tüm farklı etnik ve inançların birbiriyle ahenk ve barış içinde yaşamasıdır. Her toplumun kendi özel okulları ve sivil toplum kuruluşları var. Bunlar, İslam dünyasında hayal bile edemeyeceğiniz şeyler. Türkiye gibi ülkelerde bile böyle bir durum söz konusu değil. Siz özel okul açacaksınız, ama devlet size katkıda bulanacak. Ama meseleye Türkler, Müslümanlar ve diğer azınlıklar açısından baktığımızda çok güzel bir ortam var. Keşke, İslam dünyasında da böyle ülkelerin sayısı artsa. Özgürlüklerin çok fazla, insana insan olduğu için değer veren, insan onurunun korunduğu bir yer.
11 Eylül saldırısından sonra Müslümanlara karşı dünyada önemli oranda ‘ön yargı’ oluştu. Avustralya’daki Müslümanları nasıl gördünüz?
Müslüman topluma burada çok fazla görev düşüyor. Yazılı ve görsel medyada, yazıp çizmeliler ve güzel faaliyetlerini dile getirmeliler. Mesela Hizmet Hareketi’nin Sydney’de Charles Sturt Üniversitesi ile İslami Araştırmalar Akademisi (İSRA) çatısı altında İlahiyat Fakültesi şeklinde bir eğitim vermesi son derece önemli. Entegrasyon açısından da çok güzel. Keşke bu tip kurumlar batı dünyasındaki diğer ülkelerde de olabilse.
Sydney’de ve Melbourne’de ayrı ayrı konferanslar verdiniz. Avustralya’daki toplumu nasıl gördünüz?
Türkiye’nin gidişatından, çok memnun bir halleri olmadıklarını anladım. Onları çok ilgili gördüm. Farklı konularda birçok sorular sordular. Türkiye’yi çok önemli bir ülke olarak görüyorlar. İslam dünyasında bir rol model ülke olur mu? Sorusu halen geçerliliğini koruyor. Sosyal medyaya getirilen yasaklar, beraberinde endişeleri getiriyor. Türkiye Avrupa süreci kriterlerinden uzaklaşıyor mu? İnternet neden yasaklanıyor? Neden kutuplaşma var? Gibi farklı sorular yöneltiyorlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Hizmet Hareketi’ne, acımasız ve insaf sınırlarını aşan saldırısının temelinde ne yatıyor?
Hizmet, AKP, hükümetinin olumlu icraatlarını destekledi. Yanlışlarına ortak olmadı. Yapılan anketlere göre; 2012 yılına kadar hizmete gönül veren insanların yüzde sekseni AKP’ye oy verdi. Neden? Avrupa Birliği diyordu, demokratikleşme diyordu, insan haklarının yüceltilmesi ve çoğulculuk diyordu. Devletin şeffaf olması gerektiğini, demokratikleşme ve yeni anayasa diyordu. Bu çizgi üzerinden hizmet gönüllüleri de oy verdiler. Ama Başbakan Tayyip Erdoğan, 2011’den itibaren artık AB’den uzaklaşmaya başladı. Tek adam rejimi konuşulmaya başlandı. ‘Tayyip Erdoğan’a dokunmak ibadettir’, ‘Allah’ın tüm sıfatlarını taşıyor’ gibi, garip ve saçma sapan söylemler ortaya atılmaya başlandı. Medya sindirildi, gazeteciler işlerinden edildi.
BAŞBAKAN DERShANLERİ KAPATARAK HUKUKSUZ SAVAŞI BAŞLATTI
Başbakan, Gezi Parkı eyleminde de benzer keskin ve ayrıştırıcı bir dil kullandı. Galiba bu keskin ve gerilimli dilin politik bir rantı var?
Evet. Erdoğan, hep gerilimle oylarını arttırıyor. Gezi Parkı olayları sırasında, Camide içki içtiler gibi birçok hakaretler edilmeye başlandı. Hiç biri belgelenemedi. Hepsi fos ve yalan çıktı. Hatta Gezi Parkı olayları sırasında Kabataş’ta 6 aylık bebeğiyle başörtülü bir kadının yere yıkılıp tekmelendiği, tartaklandığı, aşağılanıp hakarete uğradığı ve yetmezmiş gibi bir de üzerine işendiği iddia edildi. Sonra da yalan olduğu ortaya çıktı.
Dershanelerin kapatılma girişimiyle, ilk kavgayı çıkarmasına rağmen, Başbakan kendisi mağdur olmuş gibi kamuoyuna yansıtıyor?
Evet. Daha öncede defalarca, ‘dershanelerinizi kapatırız’ diye tehdit edip, Hizmet Hareketi’ne boyun eğdirilmeye çalışıldı. Hizmet Hareketi’ de, hak ve hukukuna sahip çıktı. Kırk yıldır çalışan, vergisini veren her türlü kanuna riayet eden dershaneler, özel sektördür, kapatılamaz deyince, bu defada bir şeytanlaştırma politikası takip edilmeye başlandı. Bunlar virüstür, haşhaşıdır denilmeye başlandı. Daha evvel başka olayların üzerine giderek haber yapan hizmet medyası, yolsuzluk olaylarının üzerine gidip haber yapınca, sanki AKP’ye savaş açmış gibi lanse edilmeye çalışıldı. Bu şekilde işin kolayı varken, her gün hizmete ve gönül verenlere çok ağır itham ve hakaretler yapıldı. Bunun karşılığında da hizmetten hiç kimse ağzını açıp bir kere kırıcı bir karşılık vermedi. Aslında kimin haklı, kimin haksız olduğu çok net ortada.
Başbakan Erdoğan’ın, yurtdışındaki okulları kapatma fikrini dünya ülkeleri ne kadar ciddiye aldılar?
Avustralya’daki insanlara gelip de buralarda bu söylemleri anlatma kredisi veya itibarı olduğunu zannetmiyorum. Okulların bu topluma katkılarının da ne kadar fazla olduğunu, bu ülkenin yetkilileri çok iyi biliyor. Yıllardır buralarda yaşıyor ve faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu devletin her türlü istihbaratı, bu insanların icraatlarından haberdarlar. Zaten ortaya konan, yapılan hizmetlerden ve çalışmalardan en başta yerel ülkeler ve makamlar memnun. İyi eğitim almamış veya okumamış bir insanın hapishaneye gidip devlete yıllık 30 bin dolara mal olacağını biliyorlar. Bu nedenle; ‘biz size yıllık 5-10 bin dolar verelim, Avustralya’ya mühendis, doktor, avukat yetiştirin diyorlar. Hal böyleyken bu insanları ve çalışmalarını gelip de haşhaşıdır, teröristtir, virüstür dediğinizde onlar da size; Sen hangi ülkenin diktatörüsün arkadaş, bu yalanları ne zaman uydurdun, diye sorarlar.
BAŞBAKAN’IN YURTDIŞINDAKİ OKULLARI KAPATMA ÇAĞRISINI KİMSE KAALE ALMADI
ABD’deki Ermeni tasarısı, Hizmet Hareket’ine yıkılmak istendi. Hâlbuki Avustralya’da bile, ülkemizin lobiciliğiyle ilgili en aktif kurumlar yine Hizmet Hareketi’ne ait kuruluşlardır. Bu iftiralar ülkemize ne kazandırıyor?
Hizmet Hareketi Amerika’da çok muazzam bir lobi faaliyeti yapıyor. Ermenilerin çok yoğun olduğu eyaletlerde bile önemli mesafe kat edildi. Bunu Başbakan da, Dışişleri Bakanı Davutoğlu da çok iyi biliyorlar. Yıllardır her yıl tek tek görüşüp lobi yaparak, tasarıların geçmemesi için mücadele veriyorlar. Bu yıl da aynı şey yapıldı. Hatta Türkiye’nin şu anda Washington’da bir büyükelçisi yok ve yalnız kaldılar o arkadaşlar. Dışişleri Bakanlığı önce dönsün, kendisini bir sorgulasın.Dolayısıyla okul kapatmayla ilgili hükümetin tavsiyelerini kimse kaale almadı.
Hizmet Hareketi’nin siyasetle kırmızı çizgisi nedir?
Hizmet Hareketi’nin hiçbir dönemde politikayla işi olmamıştır. Olsaydı şimdiye kadar çoktan parti kurardı. Turgut Özal döneminde de ‘Anavatan Partisi’ni destekliyorlar’ denmişti. O Zaman Turgut Özal’ın demokratik faaliyetlerine destek verilmişti, bugün de aynı. Siyaset isteselerdi parlamentoya çok sayıda Milletvekili sokardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşının, siyasi görüşünü açıklama hakkı vardır. Eskiden Kemalistler, gidin camiye, siyasete karışmayın derlerdi. Hâlbuki batı ülkelerinde dindarlar da, ateistler de herkes fikrini rahatlıkla söyler. Avustralya’da olduğu gibi. Gülen Harekâtı da 40 yıldır İnsan hakları, Avrupa Birliği, demokratikleşme diyor, adalet ve hukukun üstünlüğünü savunuyor. Bunlar da siyasetin kesiştiği yerlerdir.
Hukukta, adalet ve medya patronlarına yapılan baskılar, yabancı yatırımcıları nasıl etkiliyor?
Aslında bu konuda ‘Gezi Olayları’ çok iyi bir gösterge. Bu polislere o zaman kahraman denildi. Şimdi o polisler sağa sola sürülüyor. Peki ne değişti? Yatırımlar etkilenmeye başladı. Sosyal medyanın yasaklandığı, yatırımcıya iş adamlarına her gün bir sürü cezaların kesildiği, gazetecilerin susturulduğu ve işten atıldığı bir ülkeye ne doğru dürüst turist, ne de yatırımcı gelir. Bildiğim kadarı ile Türkiye’nin 6-7 yüz milyar dolar borcu var. AKP iktidara geldiğinde bu borç, 250 milyardı, şimdi üç kat arttı.
Genel de tüm dünyadaki, özelde ise Avustralya’daki insanlarımıza neler tavsiye edersiniz?
Hz. Mevlana’nın; ‘Kim olursan ol gel’ yerine, ‘Kim olursan ol, ben yine de sana geleyim’ demek lazım. Efendimiz de Ebu Leheb’e, Ebu Cehil’e defalarca gidip hak ve hakikati anlatmış. Hizmet gönüllülerine de yakışan, durmadan yola devam etmektir. Zira hayat bir imtihandır. Bu imtihanın bir parçası da zorluklarla mücadeledir. Ama mütebessim bir çehreyle, inşallah bu zorlukların üstesinden geleceğiz. Zaten daha önceki büyüklerimiz de aynı çileli yoldan geçmişler. Bediüzzaman Hazretleri böyle yapmış,Hocaefendi şu an bunu yapıyor. Mahzun ama hep ümitli.